Peygamber Efendimizin Resmi Olarak Atadığı İlk Öğretmen Mus’ab Bin Umeyr

0 1.008

TUBİTAK 2204 Ortaöğretim Öğrencileri Arası Araştırma Projeleri yarışması kapsamında “Değerler Eğitimi” alanında hazırlanan projenin tüm raporunu örnek TUBİTAK projesi olması bakımından sizlerle paylaşıyoruz. Sitemizde yine TUBİTAK proje yarışmaları için hazırlanmış, ödül kazanmış veya kazanamamış bir çok proje örneği paylaşıyoruz. Sitemizi takip ederek diğer Sosyoloji, Yazılım, Türk Dili ve Edebiyatı gibi farklı dallarda hazırladığımız projelerden de haberdar olabilirsiniz. Şimdiye kadar sitemizde sizlerle paylaştığımız diğer TUBİTAK Örnek projelerine buradan ulaşabilirsiniz.

Proje Ana Alan

Değerler Eğitimi

Proje Tematik Alanı

Değerler Eğitimi

Proje Adı (Başlığı)

Peygamber Efendimizin Resmi Olarak Atadığı İlk Öğretmen Mus’ab Bin Umeyr

ÖZET

Bu çalışmada, ilk Müslümanlardan olan Mus’ab b. Umeyr’in hayatı ve İslamiyet’e olan katkıları anlatılmakta, onun Müslüman olmadan önceki ve Müslüman olduktan sonraki hayatı incelenmekte ve onun Medine’ye olan göçüne ve öncesinde Habeşistan’a olan hicretine değinilmektedir.

Bu çalışma, Musab b. Umeyr’in kendisinin İslam öncesi müreffeh yaşantısını terk edip Müslüman oluşunu ortaya koymaktadır. O Medine’ye hicret etmiş ve orada İslam’ın ilk öğretmeni olmuştur.

Günümüzde aileler ve eğitim sistemi ağırlıklı olarak bireyin gelişiminde maddi boyutlara önem verip manevi boyutları göz ardı etmektedir. Maddi boyut gençliğin hayat içerisinde en popüler, en kısa yoldan ve çok emek harcamadan en fazla para kazanacağını ve nasıl lüks bir hayat yaşaması üzerine kurgulu olup, tüketici toplumu haline dönüşmeye odaklanmış durumdadır. Manevi boyut ise sevgi, merhamet, fedakârlık, sorumluluk, azim, mücadele, ideal gibi insani değerleri ve insanın kendisinin ve başkalarının hayatını anlamlandıran erdemli insanları rol model almayı gerektirmektedir.

Bu olumsuz durumu tersine döndürmek için, çalışmayı, bir ideal sahibi olmayı ve üretmeyi hedef olarak insanın önüne koyacak örnek meslek kahramanlarımıza ihtiyaç vardır. Bizim yakın ve uzak geçmişimiz bu konuda alabildiğine zengin bir kaynak olarak ortada duruyor. Bugünün gençlerinden geleceğin büyüklerini çıkarmanın yolu, onlardan evvel bu dünyadan gelip geçmiş büyük insanlarla onların arasındaki gönül bağını kurabilmekten geçer. O büyük insanlar nasıl birer ideal ile hayatlarına anlam kazandırmışlar, nasıl bir aşk ve gayretle çalışmışlar, hangi güçlüklerle mücadele etmişler, yaşadığı zamanın kaynaklarını nasıl kullanmışlar, kuşak çatışmalarıyla nasıl baş edebilmişler, milletlerine ve insanlığa miras olarak hangi eserleri bırakmışlardır? Büyük insanların maceralarıyla haşir neşir olarak yetişen nesillerin zihinleri bu sorular ve cevaplarıyla kıvamını bulacaktır. İşte o zaman bu ülkenin geleceğinden bir şeyler ümit edebilirsiniz.

ANAHTAR KELİMELER

Mus’ab b. Umeyr, Cahiliyye, Sahabe, Hicret, Eğitim, Öğretmen, Sabır, Mücadele.

 

AMAÇ

1.Peygamberimizin atadığı ilk öğretmen MUS’AB BİN UMEYR’i tanımak.

2.Sevgi, merhamet, fedakârlık, sorumluluk, azim, mücadele, ideal gibi insani değerleri ve insanın kendisinin ve başkalarının hayatını anlamlandıran erdemli insanları rol model olarak seçebilmek.

3.Yabancı olduğu bir memlekete gidip görevini yerine getirebilmek için aldığı hayati riskin değerinin anlaşılmasını sağlamak.

 

MUS’AB BİN UMEYR KİMDİR?

 

Mus’ab orta boylu, güzel yüzlü, nazik, ince ve çok tatlı bir adamdı. (İbn Sa‘d, III, 113.) Mus’ab’ın anne ve babası onu çok severdi ve onun bir dediğini iki etmezdi. (İbn ‘Abdilber, s. 699) O hiçbir Mekkeli gencin ailesinden görmediği müsamahayı ailesinden görürdü. (Halid Muhammed Halid, Ümmetin Yıldızları 60 Seçkin Sahabe, çev. Abdulkerim Akbaba)  Mus’ab’ın annesi çok zengin bir kadındı (İbn Sa‘d, III, 108.) ve oğluna çok bağlıydı.

( Süheylî, II, 252.) Bu yüzden annesi, ona en şık elbiseleri giydiriyor, Hadrami ayakkabıları alıyor ve en güzel kokuları sürüyordu. ( İbn ‘Abdilber, s.699.) Akranları arasında en çok para belki de onun cebinde bulunurdu. O uyuduğunda başucunda sürekli ka‘b (Bir tür içecek.) ve heys (Hurma ve ayrandan yapılan bir çorba.) bulunurdu ve uyandığında bunları yerdi.

(Süheylî, II, 252.) Ailesinin göz bebeği olan Mus‘ab; çok müreffeh ve gösterişli bir hayat yaşıyordu.

Mus’ab b. Umeyr, fıtraten tevhide meyyaldi (Hüseyin Algül, İslam Tarihi, , İstanbul, Gonca Yay., 1986, c. I, s. 211.) ve şirkten nefret ediyordu. Bu yüzden olmalı ki, sülâle ve aile yönlendirmesinin tam aksine İslâm dinine ilk girenler arasında yerini aldı ve sahabilerin seçkinlerinden ve en faziletlilerinden biri oldu. Hz. Peygamber (sav) Erkam b. Ebi’l Erkam’ın evinde iken Mus‘ab b. Umeyr’i İslam dinine davet etti. Mus‘ab, Erkam b. Ebi’l Erkam’ın evinde olan Hz. Peygamber’in (SAV) yanına gitti ve onun  bu davetini orada tasdik edip hemen Müslüman oldu. Mus‘ab, annesinin ve kavminin kendisinin Müslüman olduğunu öğrenmeleri halinde çeşitli sıkıntılarla yüz yüze geleceğini bildiği için Müslümanlığını annesinden ve kavminden gizledi. O Müslüman oluşundan sonra, Hz. Peygamber’in (SAV) yanına gizlice gidip geliyordu ve namazlarını da gizlice kılıyordu. Ancak Osman b. Talha el-Abderi, onu namaz kılarken gördü ve bu durumu onun annesine ve kavmine bildirdi. Bundan sonra Mus‘ab için zor bir dönem başladı. Onu yakaladılar ve hapsettiler. Onun bu durumu Habeşistan hicretine kadar devam etti. Bu arada ailesi onun Müslümanlarla buluşup görüşmesini engelledi, İslâm’dan uzaklaşması, Hz. Peygamber’e (SAV) tâbi olmaktan vazgeçmesi için çeşitli şiddet ve psikolojik baskı uyguladı. Ebeveyn şefkati ile ailenin eski inancına döndürebileceklerini düşündüler, fakat bir sonuç alamadılar. Bütün güzel elbiselerini, ayakkabılarını aldılar, parasına el koydular, onu tam bir yoksulluğa iterek bu yeni hayata dayanamayacağı ümidi ile kendilerine dönmesini beklediler. Fakat umduklarını bulamadılar. ( İbn Sa‘d, III, 108; İbn ‘Abdilber, s. 699)

Bundan sonra annesi Hunnas bt. Malik çok sevdiği, en çok kıymet verdiği oğlunu dininden döndürmek için bir mahzene kapatarak aç ve susuz bıraktı. Hatta zamanla bunun da fayda etmediğini görünce Mus’ab’ı (r.a.) kölelerine dahi kamçılatarak kendi evladına sırf müslüman oldu diye işkence yaptırdı.

Hünas, denediği her yolun faydasız olduğunu görünce, Mus’ab’a (r.a.) iki seçenek sundu; Mus’ab (r.a.) ya ailesini ve servetini tercih edecekti ya da Müslümanlığı seçip ailesi tarafından reddedilecekti. Mus’ab’ın (r.a.) tercihi elbette ki İslâmiyet’ten yana oldu. Bunların ardından Mus’ab b. Umeyr (r.a.), evinden, ailesinden, dünya servetinden ayrılarak imanı tercih etti ve Daru’l-Erkam’da kalmaya başladı.

MUS’AB BİN UMEYR’İN (R.A.) HABEŞİSTAN’A HİCRETİ

Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ilk vahiy inmesinin ardından 5 sene geçmişti ve tarih, Miladi 615 senesiydi. İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Mekke’de çok fazla sıkıntı ve işkenceye maruz kalan Mus’ab b. Umeyr  Habeşistan’a hicret etmek için Resullah’tan izin aldı.

Nübüvvetin 5. yılında Habeşistan’a; 11’i erkek, 4’ü kadın 15 kişi hicret etti. Mus’ab da bu hicret edenlerle birlikte Mekke’den ayrılarak Habeşistan’a gitti. Habeşistan’da bir süre kaldıktan sonra Mekke’nin ileri gelenlerinin Müslüman olduğu haberini duyarak Mekke’ye geri dönmek için yola çıktı. Nihayet eşsiz sevgiye ve Allah’ın (c.c.) Resulüne dönüyordu.

Mekke’ye yaklaştıklarında meselenin iç yüzünü öğrendiler fakat Habeşistan’a tekrar geri dönmek onlara zor geldi. Topluca Mekke’ye girmekten korktular. Bundan dolayı beklediler ve her biri Mekkelilerden birinin koruması altında şehre girdi. Mus‘ab, Mekke’ye Nadr b. Haris’in  koruması altında girdi. Mus‘ab, Habeşistan hicretinden döndüğünde sıkıntıdan onun durumu tamamen değişmişti ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi İslam ve imanla dopdolu, iradesi kuvvetli, metin bir genç almıştı. Bundan dolayı annesi Hunnas bt. Malik oğlundaki bu kararlılık ve metaneti görünce, üzerindeki baskısını biraz hafifletmek zorunda kaldı ve onu hapsetmekten vazgeçti. ( İbn Sa‘d, III, 108.)

Aslında Mus’ab, İslam’ın nuruyla aydınlanmış ve içi pırıl pırıl bir Müslüman olarak eski halinden daha memnun bir ruh hali içinde yaşamaktaydı. Zira o, Allah ve Rasulünün sevdasıyla sahip olduğu dünya menfaat ve itibarını elinin tersiyle itip bu yola gönül vermişti. Dolayısıyla artık onun için eski hayatının kayda değer bir anlamı kalmamıştı.

Bir zamanlar giyim kuşamı ve zenginliğiyle insanların imrendiği Mus’ab, artık sade ve mütevazı bir hayat yaşıyor, günlerini Rabbine ibadetle, namaz ve zikirle geçiriyordu.

İslam için her şeyinden vaz geçen ve oradan oraya hicreti göze alan Mus’ab b. Umeyr için İbn İshak, Hz. Ali’nin şöyle dediğini aktarır: “Bir avuç hurma karşılığında bir Yahudi’nin duvarını suladım. Daha sonra mescide geldim. Mus‘ab b. Umeyr de yamalı bir cübbe içerisinde mescide geldi. Hâlbuki o, Müslüman olmadan önce müreffeh bir hayat yaşıyordu. Hz. Peygamber (s), onu o halde görünce, onun geçmişte yaşamış olduğu müreffeh hayatını düşünerek şimdiki haline ağladı.” ( İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, V, 176-177; Zehebî, I, 148.)

Hz. Peygamber (SAV), bir gün ashabıyla sohbet ederken Mus‘ab b. Umeyr yanlarına geldi. Üzerinde siyah beyaz çizgili bir parça elbise vardı. Elbisesini birbirine bir hayvan derisiyle birleştirmişti. Hz. Peygamber’in (SAV) ashab’ı onu o halde görünce, ona acıyarak başlarını öne eğdiler. Çünkü onların yanında onun bu durumunu değiştirebilecek hiçbir şey yoktu. Mus‘ab selam verdi. Hz. Peygamber (SAV) onun selamını aldı ve onu överek şöyle buyurdu:

“Dünyayı bütün ahalisiyle değiştirebilen Allah’a hamd olsun. Şu genç adamı görüyor musunuz? Önceden annesinin ve babasının en sevgili varlığı idi. Allah ve Resulünün sevgisi, anne ve babasının sevgisine galebe çaldı. O da Allah’ı ve Resulü’nü anne ve babasına tercih etti.”

Mus‘ab b. Umeyr, güzel bir ahlaka sahipti. Onun ahlakıyla ilgili Abdullah b. Amir b. Rebia şu rivayeti nakleder: “Mus‘ab b. Umeyr, Müslüman olduğu günden Uhud’da şehit edildiği güne kadar benim arkadaşım ve dostumdu. Allah ona rahmet eylesin! Habeşistan ülkesine yapılan hicrette de bizimle birlikteydi. Ordu içinde benim arkadaşımdı. Kavmi arasında Mus‘ab b. Umeyr’den daha güzel ahlaklı ve ondan daha uyumlu kimseyi görmedim.” ( İbn Sa‘d, III, 108-109.)

Lüks ve konforlu bir hayat, marka elbiseler ve lezzetli yiyecekler hayatın amacı olamaz. Tüm bunlara sahip olmak için hırslanmak, başkalarıyla kıyasıya mücadele etmek insanı mutlu edemez. Daha zengin olmak için girişilen hiçbir yarışın galibi olmamıştır. Mus’ab b. Umeyr bunları elinin tersiyle itmiş, mutluluğu Rabbine teslim olmakta, O’nu zikredip O’nun rızası için yaşamakta bulmuştur. Zaten kalplere huzur veren Allah’ı zikretmek değil midir? [ Ra’d Sûresi 13/28.] Onu bulanın kaybettiği ya da muhtaç olduğu başka bir şey var mıdır?

MUS’AB BİN UMEYR’İN MEDİNEYE ÖĞRETMEN OLARAK ATANMASI VE EĞİTİM ANLAYIŞI

İslâmiyet yayılmaya başladığı zaman, Hak yolunu seçerek birinci Akabe bi’atında Müslüman olan Medineliler, Peygamber Efendimize (s.a.v.); “Yâ Rasûlullah! İçimizde¸ İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. Halkı Allah’ın Kitabına davet edecek¸ Kur’an-ı Kerim’i okuyacak¸ İslâm dinini anlatacak¸ İslâm’ın sünnet ve emirlerini aramızda ikame edecek¸ yerleştirecek¸ namazlarımızda bize imamlık yapacak bir kimse gönder.” diye mektup yazdılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Mus’ab b. Umeyr’i, Medine’ye gönderdi ve ona, Medinelilere Kur’an-ı Kerim okumasını¸ İslâmiyet’in emir ve yasaklarını öğretmesini ve namazlarını kıldırmasını emretti.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bu isteği üzerine Mus’ab b. Umeyr Medine’ye gitti. Medineliler Mus’ab’ı büyük bir mutluluk ve coşku ile karşıladı. Mus’ab Medine’de, Medineli ilk Müslümanlardan olan Es’ad b. Zürâre’nin evine yerleşti ve orada insanlara dinlerini öğretmeye başladı.

Mus’ab onlara gayet nazik bir şekilde davranıyor, onları kendisini dinlemeye ikna ediyor ve sözlerin en güzeli olan Allah kelamını okuyarak Müslüman olmalarına vesile oluyordu. Mus’ab’ın bu hoş görülü ve naif hizmeti karşısında Medine’de çok sayıda kişi Müslüman oldu.

Medine’de bulunan kabile reislerinden Sa’d b. Muâz ve Üseyd b. Hudayr ise henüz Müslüman olmamışlardı. Bu isimlerin Müslüman olmayışı da İslâmiyet’in Medine’de daha hızlı yayılmasını engelliyordu.

Kabile, aynı atadan geldikleri kabul edilen ve aralarında nesep irtibatı bulunan insan topluluklarına verilen genel isimdir. (Adem Apak, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi (Hz. Muhammed s.a.v. Dönemi), 1. Basım, İstanbul, Ensar Yay., 2006, s. 69.)

İslâm’ın tebliğ sürecinde bazen bir kabile başkanının İslâm’a girmemek için direnmesi bütün kabile üyelerinin İslam’ı kabule yanaşmasını engellemekteydi. Bununla birlikte kabile başkanının Müslüman olmasıyla diğer bütün kabile üyelerinin de toplu olarak İslam’a girdiklerine dair İslam tarihçileri pek çok örnek vermektedirler. (Mehmet Salih Arı, “Cahiliye Toplumundan Medeni Topluma Geçiş Süreci: Yeni bir Sosyal Düzenin Doğuşu ”, İSTEM, Ek sayı:1, (2008), s. 216.)

Bu örneklerden biri Mus‘ab b. Umeyr’in, Sa‘d b. Muaz’a İslam’ı tebliğ etmesi üzerine Sa‘d b. Muaz’ın kabilesine mensup olan herkesin bir gün içerisinde İslam’a girmesidir.

Bir gün Mus’ab b. Umeyr  bir bahçede oturmuş Müslümanlarla sohbet ediyor ve onlara İslâmiyet’i anlatıyordu. Bu esnada Evs Kabilesi reislerinden olan Üseyd elinde mızrağı ile geldi ve Mus’ab ile etrafındaki Müslümanlara; “Siz buraya niçin geldiniz ve insanları neden aldatıyorsunuz? Hayatınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!” dedi.

Birçok ağır hakarete ve işkenceye, Allahu Teâlâ (c.c.) ve Peygamberimiz (s.a.v.) hatırına katlanmış ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’ın özel terbiyesinde yetişmiş olan Mus’ab (r.a.) onun bu asabi ve sert tavırlarını son derece sakin bir şekilde karşıladı ve gayet yumuşak bir tavırla şöyle söyledi; “Gel biraz otur! Sözümüzü dinle¸ maksadımızı anla. Eğer ki beğenirsen kabul edersin, yoksa engel olursun.”

Ardından Üseyd sakinleşerek “Doğru söyledin” dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu. Bunun üzerine Mus’ab (r.a.) ona İslâmiyet’i anlattı ve Kur’an-ı Kerim okudu. Kur’an-ı Kerim’in eşsiz tınısı ve üslûbunu duyan Üseyd kendini tutamayıp; “Bu ne kadar güzel ve iyi bir sözdür. Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu.

Güler yüzlü ve iyi huylu İslâm’ın ilk öğretmeni Mus’ab (r.a.); “Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah, demek kâfidir,” dedi. Mus’ab bin Umeyr’in (r.a.) bu sözü üzerine kelime-i şehadet getirerek Müslüman olan Üseyd; “Ben arkadaşlarıma da gidip anlatayım” diyerek Mus’ab (r.a.) yanından ayrıldı.

Evs Kabilesi reislerinden olan Üseyd, kendisinden daha üst mevkide olan kabile reisleri ile Sa’d b. Muâz’ın ve kabilesinin yanına koştu ve onlara Müslüman olduğu söyledi. Öğrendiği bu şaşırtıcı haber üzerine Sa’d büyük bir öfkeyle Mus’ab’ın (r.a.) yanına koştu. Sert bir tavırla ve büyük bir öfkeyle Mus’ab’a (r.a.) hakaretler yağdırmaya başladı. Mus’ab b. Umeyr (r.a.) Sa’d’a karşı da sakinliğini korudu ve aynı şekilde ona da oturup dinlemesi sonra hüküm vermesi gerektiğini söyledi.

Mus’ab’ın (r.a.) bu nazik konuşması karşısında sakinleşip oturan Sa’d, konuşulanları dinlemeyi kabul etti. Mus’ab b. Umeyr (r.a.) ona da tekrar İslâmiyet’i anlattı ve Kur’an-ı Kerim okudu. Kur’an-ı Kerim tilaveti karşısında Sa’d sakinleşti ve bir anda fikri değişerek Müslüman oldu. Sa’d da Müslüman olmasının ardından hemen kabilesinin yanına koştu ve onlara:

– Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?

– Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün.

– Öyle ise Allah’a ve Resulüne iman etmelisiniz. İman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun, dedi.

Sa’d’ın bu tutumu üzerine tüm kavmi İslâmiyet’i kabul etti ve kabilede iman etmeyen hiç kimse kalmadı.

Mus’ab bin Umeyr’in öğretmenliği, sabrı ve büyük çabalarının sonucunda İslâmiyet¸ Medine’de hızla yayıldı. Hatta Medine’de neredeyse İslâmiyet her eve girmiş ve hemen hemen iman etmeyen kalmamıştı. İslâm’ın Medine’de hızla yayılmasına vesile olan Mus’ab b. Umeyr¸ Hac mevsimi geldiğinde Medineli Müslümanlarla birlikte Mekke’ye, Efendimizin yanına geldi. Bir yıl boyunca yaptıklarını ve Medine’deki son durumu anlattı. Onun sözleri Efendimiz aleyhisselâm’ı çok memnun etti. İkinci Akabe Biatı’nın hazırlanmasında, Medine’nin İslâm ile kucaklaşmasında ve şehrin Efendimizin hicreti için uygun bir hâle gelişinde Mus’ab’ın büyük emeği vardı. Müslümanlar ona “Mus’abu’l-Hayr” diyorlardı.[ İbn Sa’d,  et-Tabakât, III]

MUSAB BİN UMEYR’İN ANNESİNE OLAN SAYGISI

 Mus’ab Mekke’ye geldiğinde ilk iş olarak Allah Rasûlünü ziyaret etmişti. Bu durum annesini kızdırmış, Mus’ab hakkında ileri geri konuşmasına sebep olmuştu. Müşrik anne oğlunun hayırsız ve nankör olduğunu söylüyordu. Mus’ab ise “Rasûlullahtan önce herhangi bir kimseyi ziyaret edemezdim.” demiş ve Efendimizle görüşmesinden sonra annesinin yanına gelmişti. O ve arkadaşları Allah’ın Rasûlünü her şeyden çok severlerdi.

Hunâs binti Mâlik, oğlunu yine eski dinine, putlara tapmaya davet edince Mus’ab “Ben Rasûlullah’ın dini olan İslâm üzereyim. Allah, kendisi ve Rasûlü için bu dinden razı olmuştur.” cevabını verdi. Annesi “Sen Habeşistan’a gittin ben ağladım, sen Medine’ye gittin ben gözyaşı döktüm, kıymetini bilmedin.” deyince Mus’ab “Siz ne kadar uğraşsanız da ben dinimden dönmeyeceğim.” dedi. Annesi onu hapsetmek istediyse de imanındaki kararlılığını görüp bundan vazgeçti. Annesi ağlamaya başlayınca Mus’ab da ağladı ve “Anneciğim, ben seni seven bir nasihatçiyim.” dedi ve onu İslâm’a çağırdı. Fakat Hunâs binti Mâlik’in yüreği kaskatı olmuştu. “Karanlıkları delen yıldızlara and olsun ki, senin dinine girip halkın üzerime gülmesine, aklımı zayıf görüp beni ayıplamalarına razı olamam.” diyerek oğlunun isteğini reddetti.[ İbn Sa’d,  et-Tabakât, III]

Medine’yi İslâm’la buluşturan Mus’ab çok sevdiği annesinin inatçı bir müşrik olarak kalmasına çaresizce boyun eğdi. Hz. İbrahim babası için, Muhammed aleyhisselâm amcası için nasıl üzüldüyse Mus’ab da annesine o denli yandı. Rabbim hidayeti dilediğine verirdi.

Mekke’de üç ay kalan Mus’ab daha sonra Medine’ye hicret etti. Muallim olarak geldiği şehre muhacir olmuştu.

İlk muallim olarak Medine’de eğitim ve tebliğ faaliyetlerinin sancaktarlığını yapan bu genç sahabi, Bedir’de Muhacirlerin, Uhud’da da tüm Müslümanların sancağını taşıdı. Uhud Gazvesi’nde Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmayıp sancaktarlık görevini yerine getiren Mus‘ab, Resûl-i Ekrem’i yaralayan İbn Kamîe’nin kılıç darbeleriyle her iki eli de kesilince sancağı kollarıyla göğsüne bastırarak dik tutmaya çalışırken yine onun mızrağıyla şehit düştü. İslam tarihi kaynaklarımız Mus‘ab b. Umeyr’in şehit edildiğinde 40 yaşında veya 40 yaşından biraz daha fazla olduğunu belirtmişlerdir.( Belazurî, I, 53;İbn Sa‘d, III )

Savaştan sonra şehitler defnedilirken Hz. Peygamber, yoksul bir kıyafet içindeki Mus‘ab’ı yanındakilere göstererek onun bir zamanlar en güzel elbiseleri giydiğini, en güzel yemekleri yediğini fakat Allah ve Rasülünün sevgisini her şeye tercih ettiğini söyledi. (Bkz. DİA, Mus’ab b. Umeyr, XXXI/226) Zira o şehit düştüğünde onu saracak bir kefen bulunamamış, bedenini hırkasıyla örtmeye çalıştıklarında önce ayakları açılmış, hırkayı ayaklarına çekince ise başı açıkta kalmış; nihayetinde başını örtüp ayakları üstüne de ot demeti koyarak onu defnetmişlerdi. (Buhâri, Cenâʾiz”, 27; Müslim, “Cenâʾiz”, 44)

İşte Allah ve Rasulünü, sahip olduğu her türlü nimet ve itibara yeğleyen bu genç sahabi, çağımızın gençliğine gerçek bir örnek ve rol model olarak hakikati haykırmaya gür sedasıyla devam etmektedir. Bu dava uğruna her şeyden vazgeçerek gerektiğinde muallim, gerektiğinde muhacir, gerektiğinde mücahit olunabileceğini çağın Mus’ablarına ilan etmektedir.

SONUÇ

 Mus‘ab b. Umeyr’in annesi ve babası onu çok severdi ve onun bir dediğini iki etmezlerdi. O hiçbir Mekkeli gencin ailesinden görmediği müsamahayı ailesinden görürdü. Ancak annesi otoriter bir kadındı. Mus‘ab, annesinin tehdidi ile karşı karşıya geleceğini bildiği halde Hz. Peygamber’in (sav) davetini kabul edip İslam’a girmişti. Nitekim Mus‘ab Müslüman olduktan sonra annesi tehdit ettiği şeyi gerçekleştirdi. Nimet ve servet içerisinde olan oğlunu bunlardan mahrum etmekle kalmadı, onu bir yere hapsettirdi.

Fakat Mus‘ab, ailesinin baskılarına rağmen kaçıp Habeşistan’a hicret etti. Ama orada fazla kalamadı ve geri dondu. Çünkü o, güçlüklere karşı koymayı, güçlüklerden kaçmaya tercih edecek yapıdaydı.

Mus‘ab b. Umeyr, davetcilerin ilkidir. Hz. Peygamber (s), insanlara İslam’ı öğretmesi için Medine’ye göndermek üzere onu seçmişti. Musab’ın Habeşistan hicreti, ona İslam’ı tebliğ konusunda geniş tecrübeler kazandırmıştı. Mekke’de göğüs germiş olduğu acı tecrübeler ona karşılaştığı güçlüklerle mücadele etmeyi öğretmişti. Buna onun derin ilmini, siyasi tecrübesini, geniş ufkunu da eklersek Hz. Peygamber’in (s) Medine’de İslam’ı yaymak, Müslümanlara Kur’an okutup dinlerini öğretmek, İslam adap ve prensiplerini bildirmek üzere niçin onu seçtiğini daha iyi anlamış oluruz.

Mus‘ab, Medine’ye gitmekle tehlikeli bir görevi üstlenmiş bulunuyordu. Çünkü Medine’de henüz çoğunluğu Müslüman olmamış bir topluluk vardı.

Fakat o üstlendiği görevinin bilincindeydi. Bütün tehlikesine rağmen bu görevi yerine getirmeliydi. Mus‘ab’ın yetişme tarzı, geçmişi ve İslam’a girişinden beri ortaya koyduğu davranışlar onu bu göreve layık hale getirmişti. Mus‘ab Medine’de insanları İslam’a davet ediyor, onlara Kur’an okuyor ve öğretiyordu. Ayrıca Mus‘ab onlara namaz kıldırıyordu. O, Medine’de tebliğ faaliyetini çok başarılı bir şekilde yürüttü. Nitekim birinci senenin sonunda

Medine’nin ileri gelenlerinden Sa’d b. Muaz ve Useyd b. Hudayr’ın da aralarında bulunduğu birçok kimse Müslüman olmuştu.

Kısacası, Mus‘ab b. Umeyr, Müslüman olmadan önce son derece müreffeh bir hayat yaşamıştır. Fakat ailesinin tüm baskı ve tehditlerine rağmen İslam’ı seçmiş, Allah ve Resul’ünün rızasını dünya nimetlerine tercih etmiştir. Mus‘ab b. Umeyr geçmişinde rahat bir hayat yaşadığı için Müslüman olduktan sonra görmüş olduğu işkence ve baskılardan diğer arkadaşlarına göre daha çok etkilenmiş ve daha çok sıkıntı çekmiştir. Fakat onun Allah

ve Resulü’ne olan bağlılığı tüm sıkıntılarının üstesinden gelmesine vesile olmuştur. Mus‘ab b. Umeyr, Müslüman olduktan sonra Allah ve Resulünün rızasını kazanmak için elinden geleni yapmıştır ve en sonunda bu uğurda canını seve seve feda etmiştir. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yaşayan Mus‘ab Uhud günü şehit edildiğinde onu örtecek bir örtü dahi bulunamamıştı.

Bu günün gençlerinden geleceğin büyüklerini çıkarmanın yolu, onlardan önce bu dünyadan gelip geçmiş büyük insanlarla onların arasındaki gönül bağını kurabilmek. İslam tarihinde mesleki kahramanlıklarıyla örnek olacak önemli şahsiyetlerin nesilden nesile aktarılmasının öneminin farkına varabilme. Onların sözlerde, eserlerde ve menkıbelerde yaşatılmasının önemini kavrayabilme. Eğitim faaliyetlerinin başarıya ulaşabilmesi için fedakârlıkla, özverili çalışmalarla, sabırla yoğrulmasının, günümüz eğitimcilerine ve aday eğitimcilerine aktarabilme, meslek sevgisinin öneminin farkına varabilme. Meslek şuur bilincinin aşılanması ve bu uğurda çalışacak gönüllü insanlarımızın ortaya çıkmasını bekliyoruz.

ÖNERİLER

 Günümüz öğretmenlik mesleğinin yerine getirilmesinde öğretmenler için olumsuz algılar vardır. Birinci önceliğinin para kazanma olduğu, öğretmenler odasında, değiştirilecek araba ve evin özelliklerinin konuşulduğu, son ders zili ile birlikte okulda öğretmen kalmadığı, özellikle bazı branşlarda özel ders alabilmek için notun silah olarak kullanıldığı, eğitim ve öğretimin ikincil duruma düşürüldüğü algısı mevcuttur.

KAYNAKÇA

  1. İbn Sa‘d, Hadis Ansiklopedisi Cilt :III, Sayfa: 113, 2007
  2. İbn ‘Abdilber, Siyer kitabı, Sayfa: 699, 2007
  3. Abdülkerim AKBABA, “Ümmetin Yıldızlar” Vakit Yayınları, 2006
  4. Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi • Cilt: 4 • Sayı 1 • S. 107-142, 2018
  5. İhsan Süreyya Sırma, “Asr-ı Saadet Öncesinde Mekke Toplumu”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, ed. Vecdi Akyüz, İstanbul, Beyan yay., 2006
  6. Apak, Adem, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi (Hz. Muhammed s.a.v. Dönemi), 1. Baskı, İstanbul: Ensar Yayınları, 2006.
  7. İbn Sa‘d, Muhammed b. Sa‘d b. Muni’ ez-Zühri (230/845), et-Tabakâtü’l-Kübra, thk. Ali Muhammed Amr, 1.Baskı, I-XI, Kahire: Mektebetu’l-Hanci, 2001
  8. Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 2. Baskı, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. 2004
  9. Şulul, Kasım, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, 3. Baskı, İstanbul: İnsan Yayınları, 2002.
  10. Önkal, Ahmet, “Hicret” , DİA, XVII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1998.
  11. İbn Sa‘d, II, 34; Belazurî, I,313; Taberî, II, 504-505; İbnü’l-Esir, el-Kamil, II, 46.
  12. Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, I-IV, İstanbul: Gonca Yayınları, 1986
  13. Çelikkol, Yaşar, Cahiliye Döneminde Mekke (M. 400-600 Yılları Arası Mekke’nin Fiziki, Etnik, Dini ve İdari Yapısı), Yayımlanmamış Doktara Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002.
  14. Fığlalı, Ethem Ruhi, “Darunnedve”, DİA, VIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 1993.
  15. Fayda, Mustafa, “Arube”, DiA, III, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
  16. Karaman, Hayreddin, “Cuma”, DİA, VIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1988.
  17. Kazancı, A. Lütfi, “ Abdüddâr ( Beni Abdüddâr)”, DİA, I, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1993
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku